Yusuf yüzlüler onlar. Yusuf peygamberin mısır zindanlarında çektiği sıkıntılardan dolayı bu isim uygun görülmüş onlara. Zaman hepimizin için hızlı aksa da onlar için yerinde duruyor sanki. Özgürce solunan bir havayı özlemiş gibi bakıyorlar ziyarete giden arkadaşlarına. “ABD’nin çocuklarının” gerçekleştirdiği 12 Eylül darbesi yüzünden infazları yanan ağabeylerim onlar benim. İsmail Fuat Tarhan, Mahir Kavalcı, Haluk Kırcı, Ramazan Çepni, Erkin Alaşhakim… Bu isimler “Allah davasını” sürdürebilmek için çilelerini zindanlarda dolduranlar Yusuf yüzlüler işte.

  
Gençliğinizin en güzel günlerinde iki duvar arasında kalmak nedir bilir misiniz? 
  
Demir parmaklıklar ardından “şurada bende olsaydım” diye iç geçirmek nasıl bir duygudur?
  
Bir önceki görüş gününden bir sonrakine sevdiklerinizin değiştiğini görmek nasıldır, onlarla olamamak nasıl bir histir?
  
Sorgulamak kendinizi geçmişe dair, keşke demek bazen ama sessizce kimse duymadan ki sonra bir bir silinip giden yüzlere dalmak…

Bunlar nasıl duygulardır?

Onlar bu dava için hayatlarını gerçek anlamda feda edenlerden… Bugün dert yandıkları nokta çok aslında onları söylemeden öncesini konuşmak lazım…

Nerede bu Yusuf yüzlüler, hangi hapishanede kalıyorlar, ailelerine kimler bakıyor, kimler görüş günleri onlarla hasbihal ediyor. Bu soruları sormamız gerekir önce kendimize… Bizler bugün bu davayı sürdürüyorsak önce Cenab-ı Allah’ın, sonra şehitlerimizin ve gazilerimizin daha sonra da bu Yusuf yüzlülerin sayesinde dememiz gerekmez mi? Onların emanetlerine sahip çıkmamız, çocuklarını kendi öz çocuklarımız gibi büyütmemiz, geride bıraktıklarının her zaman yakınında olmamız doğru olmaz mı? 
  
Ve her şeyden önemlisi kaç yıldır bu insanlar 32 yıldır neden hala içerde içeride dememiz gerekmez mi?
  
Bu insanlar değil mi Önkuzuların, Özmenlerin, Kılıçkıranların arkadaşları. Şehitlerimizin arkadaşlarını zindanlarda bırakmak yakışır mı Ülkücü hareketin mensuplarına… Hele onları unutmak, vicdansızlığın bundan daha ötesi olabilir mi? Her yıl başka hapishanelere gönderilen bu ağabeylerimin gittikleri yol kadar bizim aklımızda yerleri var mı? Bu soruları soralım kendimize.

Peki, ne yapabiliriz…
  
Bir imza kampanyası başlatmış Yusufiye Derneği, cezaevindeki ağabeylerimin dışarıya çıkabilmesi için. İnternet ortamından da imza verilebiliyormuş. Sadece iki dakikamızı ayıracağız onlar için. Cezaevinde geçen bir ömrün karşılığında iki dakikanın lafı olmasa gerek…

Bizler Ülkücüyüz, yani birbirimizi tutarız. Herkes böyle bilir bizi. Yolda geçen birine sorun ne derse desin sonunda der ki “Ülkücüler birbirlerini tutarlar”. Gün bunu ispat etme günü işte. Cezaevindeki ülkücülere “Vefanın yalnızca İstanbul’da bir semt adı olmadığını gösterme günü.”

Şu son sözlerimi yanlış anlamamanızı rica ederek kaleme alıyorum…

Değerli büyüklerim, ağabeylerim, ülküdaşlarım…

Ne yaparsak yapalım ama ne olur orada, cezaevinde yatan ağabeylerimizin akıllarına “biz bunca derde bunlar için mi katlandık” sorusunu getirmeyelim. Onları o “daracık” koğuşlarında vicdan muhasebesi yapmak zorunda bırakmayalım. Öyle bir gösterelim ki ülküdaşlığımızı bunca yılın sıkıntısını bizim gönüldaşlığımızda unutsunlar…

(Cezaevindeki Ülkücü ağabeylerimizin dışarı çıkması için toplanan imza kampanyasında benimde desteğim olsun diyorsanız aşağıdaki adresten bunu sağlayabilirsiniz…)

http://imzakampanyam.com/32senelik-zulmun-son-bulmasi-imza-kampanyasi

Saygılarımla…  MURAT AYDINLI  http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi61122-Cezaevindeki_Ulkuculer_.html