ÇERKES ETHEM'E İADE-İ İTİBAR imza kampanyası
5,000
hedeflenen432
imzalayan2,879
görüntülenme
Haberler
-
21.09.2012 08:35
MÜMTAZER TÜRKÖNE; ÇERKES ETHEM'İN MEZARI
Çerkes Ethem, 1948’de 21 Eylül günü öldü. Bugünün tarihi, pek hatırlanmayan bu ölüm yıldönümüne tesadüf ediyor.
Kabri, Ürdün’ün başkenti Amman’da Vadi-i Kır’daki Kabartay Mezarlığı’nda bulunuyor. Kurtuluş Savaşı’nın İzmir’in işgalinden 1921 yılı başına kadar geçen gerilla savaşı evresinin (bu evreye o dönemde “Çete Harbi” denirdi) önde gelen bu kumandanı, öldüğü sırada yoksul bir sürgün hayatı yaşıyordu. 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde “Münci-i Millet” olarak ayakta alkışlanan, “Kuvva-i Seyyare ve Kuvva-yı Tedibiye Umum Kumandanı” unvanı verilen Çerkes Ethem daha sonra “vatan haini” ilan edildi. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında Çerkes Ethem’in payını kimse inkâr edemez. Öyleyse bir borcu yerine getirmeli; tarihimizle barışmak adına bu adamın itibarını iade etmeliyiz.
1922’nin Eylül ayından geriye giderek, zafere ulaşmış bir mücadelenin hikâyesini dinlemeye alışkınız. Tarih hep kazananlar tarafından yazılır. Oysa bu tarihin içinde en kritik evrelerde zafere giden yolu inşa edenler arasında, iktidar oyununa kurban giderek yarı yolda saf dışı kalanlar var. Göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek: Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda bu savaşın önde gelen isimlerinin iktidar hesaplaşmasına sahne olmuştur.
Olup bitenlerin özeti şöyle: 1917 yılında Teşkilat-ı Mahsusa (bugünün “Özel Kuvvetler”i), Cihan Harbi’nin kaybedileceğini, Anadolu’da bir kurtuluş mücadelesi verileceğini öngörür. Bunun için Anadolu’da silah depoları kurulur. İşgal başlayınca teşkilatın tecrübeli isimleri gerilla savaşına önayak olur. Bu arada İttihat Terakki teşkilatları Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne dönüşür. Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı sıralarda Ege’de Salihli hattında Çerkes Ethem liderliğinde Yunan işgaline karşı direniş başlatılır. Kasım 1919’da Garp ve Merkez Cephesi’nde komuta Çerkes Ethem’indir. Yunan Ordusu’nun durdurulması, isyanların bastırılması ve Ankara’da Meclis’in toplanabilmesi Çerkes Ethem’in sayesinde mümkün olabilmiştir. En önemlisi, isyanlardır. Kurtuluş Savaşı, bir yönüyle otorite boşluğundan yararlananların Ankara Hükümeti’ne karşı başlattığı bir iç savaştır. Nutuk’ta bu ayaklanmaların neredeyse asıl cepheyi oluşturduğu anlatılır. İç savaşı sona erdiren, Ankara’nın otoritesini pekiştiren asli güç Çerkes Ethem’in kuvvetleridir.
Kurtuluş Savaşı’nın önder kadroları esas olarak Çerkesler ve Rumelililer(Makedonyalılar)den oluşur. Anavatanlarını kaybeden bu insanlar “son vatan”larını savunurken, kendi aralarında da rekabet halinde olmuştur. 1921 yılının Ocak ayı geldiğinde, düzenli ordu işe el koymuş, “Çete Harbi” sona ermiştir. Bağımsız gerilla gruplarından oluşan Kuvva-yı Milliye birliklerinin düzenli orduya intikali bu aşamada zorunludur. Mücadelesini genel siyasî hedeflere bağlayamayan Çerkes Ethem direnir, akabinde iktidar mücadelesini kaybeder ve tasfiye edilir. Karşısında yenik düştüğü kişi, Millî Mücadele’ye Nisan 1920 gibi geç bir tarihte iştirak eden İsmet Paşa’dır.
Çerkes Ethem’in “hıyanet” hikayesi tartışmalıdır. Karşımızda duran “hıyanet”ten ziyade, iktidar mücadelesinden yenik çıkmış bir adamdır. Tartışmasız gerçek, bu adamın tarihimizin en kritik evresinde yerine getirdiği önemli hizmetlerdir. Tıpkı Enver Paşa’nın mezarının İstanbul’a nakledilmesi gibi, Çerkes Ethem’den kalanlar da Amman’dan Türkiye’ye getirilmeli ve Bandırma’da bir anıtmezara defnedilmelidir. Merak edenler için belirtmeliyim: Bu satırların yazarı Çerkes değildir, Çerkeslerle bir kan bağı da bulunmamaktadır. Sadece kadirşinaslıkla bir borcu ifa etmektedir. Geçmişine haksızlık ve saygısızlık edenin geleceği olmaz. Ethem Bey’in, “hain” olarak nitelenirken “Çerkes” sıfatı ile anılması, Kurtuluş Savaşı’nın sembolünün “Çerkes Kalpağı” olduğunu bile unutturmaktadır. Bu eski yaranın sarılması da, Çerkes Ethem’in şahsında Millî Mücadele’nin ateşten günlerinde “son vatan”ı savunanlara, sonrasında yolları ayrı düşmüş olsa da itibarlarının iade edilmesiyle mümkündür.
KAYNAK http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=428595&keyfield=C38765726B657320457468656D
-
21.09.2012 01:15
YAVUZ BAHADIROĞLU / Çerkes Edhem Bey ''hain'' değildi
Mustafa Kemal, Çerkes Edhem’in ağabeyi Reşid Bey’e 07 Ocak 1920 tarihinde Ankara’dan çektiği telgrafta, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” olmanın erdemini vurguluyor...
Bu milletin
çocukları , ezanı, bayrağı ve ata yadigârı toprağı savunmak için, kimizaman karlı dağlarda, (Sarıkamış Harekâtı gibi), kimi zaman çöllerde (Medine Müdafaası gibi), kimi zaman Trablusgarp’ta, kimi zaman Balkanlar’da, kimi zaman Çanakkale ve Sakarya’da el ele, gönül gönüle savaştı yıllar boyu...Kimi Türk, kimi Kürt, kimi Laz, Çerkes, Abaza, Arnavut, Arap kökenliydi, ama kimse kökenine bakmıyor, herkes ortak bir “ümmet” bilinci içinde savaşıyordu...
Biliyorlardı ki, “Osmanlılık” kavramı çökerse devlet de çökecek, herkes enkaz altında kalacaktı.
Bu bakış açısıyla bu topraklar savunuldu ve altıyüz sene bir büyük devlet ayakta tutuldu.
Bu devlette ne Türk’ün Kürd’e, ne Kürd’ün Türk’e bir üstünlüğü vardı... Hangi etnik kökene mensup bulunursa bulunsun, herkes onurlu bir “vatandaş”tı.
O kadar ki, Mustafa Kemal, Çerkes Edhem’in ağabeyi Reşid Bey’e 07 Ocak 1920 tarihinde Ankara’dan çektiği telgrafta, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” olmanın erdemini vurguluyor:
“Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkes kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baş tacımızdır... Bugün düşmanlarla çevrili Türk, Çerkes ve diğer din kardeşlerimizin el ele vermeleri, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...”
Ne var ki, İstiklâl Savaşı şekillenip zaferin ucu gözükmeye başlayınca, durumlar değişiyor...
İşgali kırmak için canını ve malını ortaya koyanlar çevreden uzaklaştırılıyor. Boşluklar, işin başında Milli Mücadele’ye sıcak bakmayanlarla dolduruluyor.Bu arada iç isyanları bastıran Çerkes Edhem’le ağabeylerine de “farklı” gözle bakılmaya başlanıyor.
Başta İsmet Paşa olmak üzere, “icra”nın başında bulunan “Ankara Ekibi”, Çerkes Edhem’in BMM Genel Kurulu’nda coşkuyla karşılanmasını ve dakikalarca alkışlanmasını içlerine pek sindiremiyorlar...Çerkes Edhem ise sürekli alkışlar karşısında çok sıkıldığını, hatta terlediğini yazıyor hatıralarında...
İlk kez karşılaştığı İsmet Paşa hakkında ise şu tespitleri yapıyor:
“İlk defa karşılaşıyorduk. Daha sonra hayatımdaki menfilik ve haksızlıkların kaynağı olan bu zatın ilk anda üzerimdeki intibaının derin olmadığını, çehresinin ve hareketlerinin bariz hususiyet ifade etmediğini itiraf ederim.
“Fakat konuştukça ve fikirlerini dinledikçe, onu birçok meziyetleri bulunan erkân-i harp hususiyetleri taşımakla birlikte hiçbir zaman zaferi temsil edecek kumandanlık vasfına sahip bulamadım.”Belli ki, İsmet Paşa da ondan hoşlanmamıştı.
Zira, herkesin “Edhem Bey” olarak bilip alkışladığı kahramana İsmet Paşa ısrarla “Çerkes” diyor. Araları açıldıktan sonra, Mustafa Kemal de Edhem Bey’i bu lâkapla anıyor ve “Nutuk”una geçiriyor.Ancak Edhem Bey etnik kökeniyle anılmaktan rahatsızdır:
“Hepimiz Osmanlı’ydık... Eğer milliyet ve ırk tefriki (ayırımı) yapılmaya kalkışılsaydı, bu vatanda şeceresi karışmamış kim kalırdı?” diye soruyor.
Aznavur Ahmed isyanıyla Yozgat İsyanı gibi iç isyanları maharetle ve hızla bastıran Edhem Bey git gide yıldızlaşmış, ancak hased okları da üzerine çevrilmiştir.
Meclis’in ve halkın son derece sevip sayarak güvendiği bu adam, “Ankara Ekibi” tarafından nedense hep “kuşkuyla” izleniyor.Nihayet “defteri dürülmeye” karar veriliyor.
Ama önce Edhem Bey’in ve ağabeylerinin son derece güvendikleri Ali Fuat Paşa Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan alınıyor. Yerine İsmet Paşa getiriliyor.Edhem Bey ise bu değişikliği, kendisinin bertaraf edilmesine karar verildiği şeklinde yorumluyor: “İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmeleri ve yolda vaziyeti müsait bulmalarıdır” diyor.
Haklıdır: Zira gerçekten de Ankara, Edhem Bey’in tasfiyesine karar vermiş, bu iş İsmet Paşa’ya ısmarlanmıştır.
Edhem Bey son anda oyunu bozmaya çalışıyor...
Maiyetiyle birlikte İsmet Paşa’nın Eskişehir’deki karargâhını basıp aniden İsmet Paşa’nın yanına giriyor...Fakat İsmet Paşa yalnızca bir asker değildir. Aynı zamanda kafasında, kuyrukları bir birine değmeyen kırk tilki dolaştırdığı söylenen bir siyasetçidir...
Edhem Bey’le karşılaşır karşılaşmaz hissettiği derin endişeyi anında yeniyor ve gülümseyerek yanına gidiyor...
Gerisini yarın Edhem Bey’in anılarından okuyalım.
Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
ybahadiroglu@vakit.com.trKAYNAK .http://www.haber7.com/haber/20100106/Cerkes-Edhem-Bey-hain-degildi.php
-
21.09.2012 01:09
YAKIN TARİH VE ÇERKES ETHEM ULUSAL KONFERANSI-2
İKİNCİ GÜN
2. gün programı Pazar günü saat 14.30'da başladı. Sahneye davet edilen Çerkes Ethem'in ağabeyi Reşit beyin kızı Güner Mzago Kuban, Türkiye'ye geldiğinde çok küçük bir çocuk olduğunu ve Bandırma'ya yerleştiklerini belirterek şunları söyledi:
GÜNER MZAGO KUBAN: “YAŞAM MİSYONUM ETHEM BEYİN HAİN OLMADIĞINI KANITLAMAKTIR”
“Hainin çocuğu” diyerek çok kovalandım. Kendimi eve atıp arkamdan kapıyı kapattığım her seferinde, “Size bir gün hainin çocuğu olmadığımı kanıtlayacağım” dedim. Bütün yaşamım boyunca da bu misyonu gerçekleştirmek için çaba harcadım. Bu misyondaki en büyük amacım, şimdiki gençlerin benim yaşadığım acıları, travmaları yaşamaması, başları dimdik yürüyebilmeleridir. O günlerin çok yaklaştığını görüyorum. Çerkes Ethem Ethem olayındaki “ihanet” yakıştırması, Çerkes Ethem'in şahsında, ailemin şahsında kurtuluş ordusunun yarısından fazlasını teşkil eden kahraman, cesur Çerkes halkına yapılmıştır. Ben Çerkes Ethem'in itibarının iadesi teklifine tamamen karşı geliyorum. Çünkü Ethem bey hiç bir zaman itibarını yitirmemiştir. Şimdi bu programda bulunmaktan çok mutluyum ve katılan herkese çok teşekkür ediyorum.”
2. Oturumun yöneticisi Gazeteci Yazar Ahmet Tezcan Türkiye'nin bilinmeyenlerinin bilinenlerinden daha çok olduğunu söyleyerek bu toplantının da bilinenlerin artışına ışık tutacağını söyledi.
ENVER SAĞLAM: “ETHEM'E HAİN DENİLMESİ ÇERKESLERİ BİLİNÇLERDİ”
İlk sözü alan konuşmacı Enver Sağlam, Çerkes Ethem'in itibarının iadesinin, heykelinin dikilmesinin Çerkeslerin tüm meselelerini çözmeyeceğine dikkat çekti. Ethem Bey'e hain denilmesinin bumerang vazifesi gördüğünü, bu sıfata muhatap olan Çerkeslerin kendisini sorgulayıp asıl kimliğine döndüğünü belirten Sağlam “Herhalde bunu o günlerde pek hesap edemediler” dedi.
Çerkeslerin asıl sorununun anadili meselesi olduğunu söyleyen Sağlam, dilin unutulmasını endişe verici olarak nitelendirdi. Dil bilmenin de aslında yeterli olmadığını, bir dilin yazı dili haline gelmeden, basılı eserler okunacak derecede bilinmeden yaşatılamayacağını söyleyen Sağlam buna çare üretilmesi gerektiğini söyledi. Yapılan iki Çerkes Mitingi'nin ardından Başbakanın rahatsız olarak “Şimdi de Çerkesler çıktı” demesinin içinden bir şeyler kopardığını söyleyen Sağlam, "Çıktı da ne oldu sanki, devlete bir zarar mı geldi?” diyerek tepkisini gösterdi. Bu dileklerin açıkça dillendirilmeye başlanmasından, sokağa çıkılan son bir yıldan sonra bunun artık daha büyük yansımalarının olması lazım geldiğini söyleyen Sağlam bu süreçlere toplumun bütün kesimleriyle sahip çıkması lazım geldiğini belirtti.
FERHAT KENTEL: “ÇERKESLER VE DİĞER KESİMLER KONUŞTUKÇA YENİDEN DÜŞÜNME KAPASİTESİ KAZANIYORUZ”
Günün ikinci konuşmacısı Şehir Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ferhat Kentel'di. Kendisinin sosyolog olduğunu belirten Kentel, işlerinin sadece toplumsal bir takım durumları analiz edip onları tekrar topluma sunmak olmadığını, sosyolojinin aslının sürekli öğrenmek olduğunu söyledi. Çerkesler'in konuşmaya başladığı son bir kaç senede çok şeyler öğrendiğini söyleyen Ferhat Kentel, bunun çok önemli ipuçları sunduğunu söyledi. Şimdiye kadar konuşamamış, konuşturulmamış kesimlerin konuşmaya başlamasıyla bir toplumun kendisi üzerinde düşünme kapasitesinin arttığını belirten Kentel şöyle devam etti:
“Sorunlarını ortaya koyan Kürtler, başörtülüler, Çerkesler v.d. kesimler bu kapasiteyi artıran unsurlardır. Çerkesler de son zamanlarda bu yönde en büyük adımlarını atmaktalar. İşte şu anda burada bizi Çerkes Ethem üzerine düşünmeye çağırdıkları gibi. Dil sadece ağızdan çıkan kelimeler değildir. Dil hafızanın yansımasıdır. Konuşmak lazım. Toplumlardaki travmaların en önemli sebebi de galiba konuşamamaktır. Bugün biraz itiş kakışla da geçse ortada hakiki olan bir şey var: Biz artık geçmişle yüzleşiyoruz. Geçmişle yüzleşmek iyileşme sürecidir. Tabii bu iyileşme sürecinin biraz zamana ihtiyacı var” dedi.
Geçmişteki isyanlar v.s.nin sebebinin ulus inşa edilme sürecinden bağımsız olmadığını söyleyen Kentel, ulus inşaası denildiğinde de bunun modern zamanlarda ortaya çıkan bir şey olduğunun belirtilmesi gerektiğini söyledi. Kentel analizine şöyle devam etti:
“Temellerini 1648 Wastfalia anlaşmasına kadar götürebileceğimiz, tam olarak 1789'da ortaya çıkan ulus anlayışı, aslında bir toprak parçası üzerinde ortaya çıkan iktidar ilişkileridir. O topraklara kimler hükmediyor, kimler hükmedecek meselesidir. Sanayinin gelişmesi, kapitalizmin gelişmesi ile ortaya çıkan yeni topluluklara, yeni bir kimlik yaratma çabalarıdır ulus oluşturmak. Aslında ulus süreci, egemen sınıfların diğer sınıfları ikna etme, inandırma sürecidir. Ama inanmak öyle basit bir şey değildir, altını doldurmak gerekir. İnanmanın karşılığı sorgulamadan iman etmektir. İnançta rasyonellik aranmaz. İnanmak aynı zamanda sosyal bir meseledir ve toplumla birlikte inanılır. İnanmanın ritüelleri vardır. İnananlarca bazı şeyler belirli zaman aralıklarında hep tekrar edilir, namaz gibi, oruç gibi, hac gibi v.s. İnancın ikonografileri, resimleri, sembolleri vardır; maabedler, 5 vakit okunan ezan, minareler, çanlar gibi. Ve hayat döngüseldir ve biz bir dine bu döngüselliğin içinde inanırız. Etnik kimlikler de bir şekilde böyle inanırlar. Adetler, gelenekler, görenekler vardır ve bunlar sürekli tekrar edilir. Doğuştan Çerkes doğulmaz mesela. Çerkeslik sonradan toplumla birlikte öğrenilir ve inanılır. Modern devletin oluşturduğu travmalardan birisi de tam böyle bir yerde başlıyor işte. Toplumlarda tekrarla oluşan inanma ritüellerini modern ulus-devlet çok güzel bir şekilde kendisine adapte etmiştir. Benzer bir takım ritüeller üretmiştir. Cumhuriyet bayramları, 23 Nisanlar, kravatlar, fraklar, fötr şapkalar, bunlara ilişkin protokoller, 10 Kasım törenleri, Kabenin yerini alacak Anıtkabirler, bayraklar, semboller, İstiklal marşları, besmele çeker gibi sabah içilen antlar, kendini vatana, millete, Türklüğe armağan etmek v.s. gibi... Bütün bunları yaşadığınız zaman sosyal olarak inanırsınız. Belli bir tornadan geçtiğimiz zaman bu ulus kimliğini içselleştiririz. En büyük travma da oradan başlar işte. Ben ailemin yanında başka bir şeye inanmışken, bu modern devlet onları yok edip yerine başka bir şeyler koymaya çalışıyor. Çerkesliğini, Kürtlüğünü bırak bu tarafa geç diyor. Bu hiç de kolay bir şey değil. Adına Türk toplumu denilen, hiç de sahici olmayan, yaratılmış bir kurgu olan bu ulus kavramının içinde hep beraber debelenip duruyoruz işte. Bütün ritüellerine rağmen başka bir şey olmaya çalışıyoruz. Bir nevi hepimiz şizofrenik varlıklarız. Bu şizofreni şöyle bir sonuç da getiriyor: Bir taraftan kendimizi korumaya çalışıyoruz, bir taraftan da bizim gibi olan insanları asla göremez hale geliyoruz. Çerkes isek sadece kendi derdimizle ilgileniyor, Kürtlerle, başörtülerle diğerlerinin derdiyle ilgilenmiyoruz. Yani ulus devlet mantığının içinde kendi içimizde cemaatlere bölünüyoruz aslında. Ulus devletin en çok başvurduğu kaynaklardan biri de “biz” ve “ötekiler”dir. Ulusu bunun üzerine inşa ediyorlar. Bize kötüleri işaret ederek, düşman üreterek ulus inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun için de ihanet dilini kullanıyorlar. Ermeni ihaneti, Rum ihaneti gibi. O pencereden bakınca sen de Osmanlıya ihanet ettin diyebiliriz bize bunu dayatanlara. Çapanoğulları veya Anzavur kazansaydı bugün başka bir şey olur, belki de Mustafa Kemal'in isminin önüne benzer sıfatlar konurdu. Tarihi kazananlar yazıyor. O dönemde ulus devleti güç ilişkileri üzerine, devrimler üzerine inşa ediyorlardı ve düşmanlara ihtiyaçları vardı. “Ötekiler”, “hainler” diye ürettiğimiz figürler, kendimizi inşa etmek için kullandığımız kara noktalardır hep. Onlar işlevseldir. Bunlarla tarih yazılıyor. Ama tarih yazımı hiç bitmez, sürekli yenilenir. Tarih güç ilişkileri içinde yazılır. Biz ne kadar çok konuşursak yeni yazılacak tarih de bu konuşulanların içinden çıkacaktır. 10 sene sonra çok farklı olur tarih. Çerkes Ethem'le, Ermeniler'le birlikte başka bir tarih yazılır. Tarih sık sık içerisine gidip geldiğimiz ve dönüşümüzde yeni bir şeyler getirdiğimiz bir alandır. Her dönüşümüzde anlama kapasitemizi artıran bir şeyler getiririz. İşte bugün Çerkesler, Kürtler v.d. sayesinde yeniden düşünme kapasitesi kazanıyoruz. Yeni bulgularla tarihi yeniden yazma kapasitemizi geliştiriyoruz. Bu da travmalardan kurtulmak için bize bir imkan veriyor.”
KANDUR: “ÇERKES ETHEM FİLMİ POLİTİK VEYA MESAJI VEREN BİR FİLM OLMAYACAK”
Sonraki konuşmacı ünlü yazar/yönetmen Muhittin Kandur oldu. Kandur, sinemada Çerkes Ethem çekmenin zorluğunu anlatan bir konuşma yaptı. Özgürce konuşmanın güzel olduğunu ve hem kahraman, hem hain olarak damgalanan Çerkes Ethemin tartışılabiliyor olmasının önemli bir imkan sunduğunu belirten Kandur, tarihi algılara, gerçeklere az da olsa ışık tutan eğlenceli bir film yapmak istediğini söyledi.
Çerkes Ethem'in iki konuda Türkiye için kurtarıcı olduğunu ifade eden Muhittin Kandur, İlkinin Çapanoğlunun Yozgat isyanını bastırması olduğunu söyledi. Ankara hükümetinin bu isyanı bastıracak gücü olmadığını bizzat İsmet Paşa'nın itiraf ettiğini hatırlatan Kandur, Ethem'in müdahalesi olmasa Ankara hükümetinin ayakta kalamayacağını belirtti.
Ethem'in kurtarıcı olduğu ikinci eyleminin ise Türkiye'den ayrılmaya karar vermesi olduğunu belirten Kandur şunları söyledi:
“Bu Yunanlılara sığınmak değildir. Bunu Türkiye'yi iç savaştan korumak için yapmıştır. Eğer iç savaş olsaydı herhalde bugünkü Türkiye'de ortada olmazdı.“
Öte yandan Ethem'in bir çok kişinin ölümünden de sorumlu olduğunu söyleyen Kandur, bunların çoğunun da Çerkeslerden oluştuğunu belirtti. “Ethem'in itataatsizliğe tahammülü yoktu” diyen Kandur şöyle devam etti:
“Halkından, bu ülke için kendilerini feda etmelerini istedi. Bunun savunulur bir tarafı yoktur. Burada vatanseverlikle, insanseverlik arasındaki ortaya çıkan bir çelişki var. Kullandığı barbarca metodlar nasıl haklı gösterilir? Ancak bunlar tarihin gerçekleridir, işlendiğinde iyi bir sinema keyfi yaratır. Ben bunu yapacağım. Cumhuriyetin birinci lideri Mustafa Kemal, İkinci lideri İnönü, üçüncü lideri Ethem'dir. İnönü ikinci adam olarak kalmak için Çerkes Ethemi devre dışı bırakmıştır. İsminin başına Çerkes terimini koyarak bütün Çerkesleri hain olarak damgalamıştır. Bu olaylarda İngilizlerin çok etkisi olmuştur. Milli mücadeleye karşı başlatılan ayaklanmalarda İngilizlerin verdikleri silah desteğiyle başlıca rolü oynadığını görmek çok zor değildir. Bunların hepsi filmimizde yer alacak. Tabii yabancı aktörler de yer alacak ve böylece filmimiz uluslararası bir proje haline gelmiş olacak.
Hikayemi hazırlarken, Ethem'in Amman'da ikinci dünya harbi sırasında İngilizler tarafından hapishaneye atıldığı günlerdeki mahpushane arkadaşlarının şahitliklerinden çokça istifade ettim. Türkçe eserlerden de istifade edeceğim. Film Ethem'in perspektifinden anlatılacak. Ethem'in Mustafa Kemal'le problemi olmadığı, İsmet İnönü ile zıtlaştığı kesin bir şekilde bilinmektedir. Filmin hikayesinde zeki biri olan İsmet İnönü ile Ethem arasındaki çekişme ele alınacak.
Her filmin öncelikli hedefi eğlendirmektedir. Bu film politik veya mesajı veren bir film olmayacaktır. Komedi Fılmi yapmadığınız sürece herkesi memnun edilemeyeceğini de çok iyi biliyorum.“
Kandur'un konuşmasını tamamlamasından sonra Tarihçi Yazar Mustafa Armağan, “Kazım Karabekir üzerinden yakın tarihimiz” konulu bir konuşma yaptı.
MUSTAFA ARMAĞAN: “BUGÜNKÜ SORUNLARIN KÖKLERİ CUMHURİYETİN İLK KURULUŞ YILLARINDADIR”
Armağan Türkiye'nin yakın tarihinin mağduriyetlerle dolu bir tarih olduğunu, bunun bugün konuşulabiliyor olmasının çok önemli olduğunu söyledi. Bugün mağdurların elindeki dokümanların, resmi tarihi hazırlayanlara elindekine kıyasla daha az olduğunu belirten Armağan, bunların çoğalması lazım geldiğini söyledi.
“1920-1926 yılları arasında neler olduğunu bilmemiz lazım” diyen Armağan, ancak bu dönemin hatıratlarının sağlıklı olmadığını, değiştirildiğini belirterek buna dair örnekler verdi. Armağan şöyle devam etti:
“Temel kaynaklara henüz ulaşabilmiş değiliz. Atatürk nutkunda Erzurum kongresinin tutanaklarını traşlamıştır maalesef. Orjinallaerini Fahrettin Kırzıoğlu yayınladı da öyle öğrenebildik. Bu durumda Nutuk'a güvenebilir miyiz? Türkiye'de tarihin kaynakları açıkça ortaya konulmamıştır. Farklı pencerelerden yorumlanmamıştır. Bu bakımdan Kazım Karabekir meselesi Çerkes Ethem'e de ayna tutmaktadır aynı zamanda.
Kazım Karabekir'le ilgili 1923'e kadar herhangi bir sorun yoktur. Fakat tek perti yönetimine itiraz ettiği, eleştirilerini dürüstçe ortaya koyduğu için Mustafa Kemal'le yolları ayrılmıştır. Kazım Karabekir 1933 yılında Milliyet gazetesine yazdığı mektupta açıkça “İstiklal savaşını ben başlattım” diye yazmıştır. Karabekir o günleri anlatırken, “İsmet bana gelip, 'bu iş bitti. Paralarımızı birleştirip bir çitlik kuralım, savaşarak artık bu ülkeyi kurtaramayız” dediğini yazar. Karabekir, Mustafa Kemalle de görüşür ve Erzurum'a gitmeyi teklif eder. Mustafa Kemal ise o zaman Osmanlı Bakanlar Kurulu'na girmeye çalıştığını söyler ve Kazım'ın davetine, “Bu da bir fikirdir” diye karşılık verir. Kazım Karabekir Kurtuluş savaşını Doğu'da başlatır. Ama bugün Doğu Cephesi'ndeki bu savaş hiç anlatılmıyor. Niçin? Kazım Karabekir'e pay çıkartmamak için. 1922 de Kazım Karabekir 2 numaralı adamdır. 1923'ten sonra yollar ayrılır. Cumhuriyet, Karabekir Mecliste yokken ilan edilmiştir. Meclisin yarıdan fazlasının da haberi yokken ilan edilmiştir. Bugün bu yüzdeyle böyle bir karar alınsa Sabih Kanadoğlu bunu Anayasa Mahkemesi'ne taşırdı. Karabekir burada dışlanınca muhalif grubun başına geçiyor. İstiklal mahkemelerinin kuruluşuna karşı çıkıyor. “Bu Cumhuriyete zarar verir” diyor. Bunun sonucu ne oluyor? 1926'da kendisini idam sehpasının altında buluyor. 1926 dan 1946'ya kadar bir sessizlik dönemi oluyor. Bugünkü sorunların kökleri işte hep oralarda, o günlerdedir.”
MÜMTAZER TÜRKÖNE: “BU ÜLKE ETHEM BEYE ÇOK ŞEY BORÇLU. BUNU DÜZELTMEZSEK BİZ İFLAH OLMAYIZ"
Toplantının son konuşmacısı Mümtazer Türköne oldu. Türköne Cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili iki görüş olduğunu, bunlardan birinin 1. dünya harbindeki yenilgiden sonra Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçip ülkeyi düşmandan kurtardığı şeklinde rivayet edildiğini; ikinci görüşün de, imparatorluğun dağılmaya başladığı, ordunun yenile yenile tecrübe kazandığı, 1916'da Şam'da Teşkilatı Mahsusa liderlerinin toplandığı ve Anadolu işgale uğrarsa yapılacakların konuşulduğu, İstanbul'dan silahların transfer edildiği ve Rauf bey aracılığıyla Çerkes Ethem'e müracaat edilerek Anadoludaki mücadelenin başlatıldığı şeklinde. Üstelik bunlar olurken Atatürk daha Samsuna çıkmış falan değil.
Peki hangisi daha gerçekçi?
Elbetteki ikinci hikaye gerçekçi. O dönemde kafası net adamlar aranıyordu ki bunlardan birisi de Ethem'di. Milli mücadeleyi o örgütlemiştir. Bu yararlılıkları sonucudur ki Mecliste “münci-î millet” olarak karşılanmıştır. Ama bize hep birinci hikayeyi dayattılar?
Nedir olay? İmparatorluk çökmüş, kurulacak yeni devletin içinde iktidar mücadelesi vardır. Türkiye'yi kuranlar Çerkesler ve Makedonyalılar'dır. Çünkü Rumeli ve Kafkasyalılar vatan kaybetmenin ne olduğunu iyi bilmektedirler. Daha sonra bu iki grup arasında mücadele olmuş ve Makedonyalılar kazanmıştır. Çerkesler Ethem bey üzerinden iktidar mücadelesinin taraflarından biri olmuştur. Ethem bey ise daha savaşın ortasında bu iktidar savaşını kaybetmiştir. Şimdi kazananlar kendi tarihini yazıyor. Bizim ise taraf gibi davranmamamız gerekiyor.
Bugün sorunları çözmenin tek yolu var o da hataları düzeltmektir. Bunun anahtarı ise Çerkes Ethem'dir. Geçmişin hataları düzelmeden geleceğimizi inşa edemeyiz. Sahtelikleri düzeltmemiz lazım. Bu ülke Ethem Bey'e çok şey borçludur. Bunu düzeltmezsek biz iflah olmayız. Mezarının getirilmesi, Bandırma'ya da bir heykelinin dikilmesi lazım . Bunun da devletten beklenmesi lazım. Sivil bir inisiyatif talip olarak pekala bunları yapabilir.”
Program hareketli bir soru - cevap bölümünün ardından sona erdi.
kAYNAK: ÖZGÜR ÇERKES
-
${item.date}
${ item.title }
Yorumlar 168